Tanıtım
Nükleer Tıp; radyoaktif maddeler kullanılarak hastalıkların tanı ve tedavisinin yapıldığı, sürekli kendisini yenileyen, farklı radyoizotopların kullanılmasına olanak sağlayan bir dahili tıp branşıdır.
Düşük dozlarda kullanılan radyoaktif maddeler aracılığı ile organ fonksiyonlarının değerlendirilmesi ile tiroid hastalıkları başta olmak üzere bazı onkolojik ve enflamatuar hastalıkların tedavisi yapılmaktadır. Nükleer Tıp görüntüleme yöntemlerinin metabolik veya fonksiyonel görüntüleme yöntemleri olması nedeniyle onkolojik, kardiyolojik, nefroürolojik, nörolojik, endokrin ve iskelet sistemi başta olmak üzere hemen tüm sistemlerin fizyopatolojik durumu sintigrafik yöntemler ile değerlendirilebilir. Görüntülemede pozitron yayan radyofarmasötikler için PET-BT ve PET-MR gibi hibrid sistemler ile tek foton yayıcı radyofarmasötikler için hibrit veya hibrid olmayan Gama Kamera (SPECT ve SPECT-BT) cihazları kullanılmaktadır. Radyonüklid tedavi uygulamalarının ilk ve en sık kullanılanı I-131 ile radyoaktif iyot tedavisi olup son yıllarda gerek onkolojik amaçlı gerekse onkoloji uygulamaları dışında, etkinliği ve güvenilirliği kanıtlanmış radyonüklid tedavi uygulamaları ile hedef hücrelerde radyasyon etkisine bağlı sitotoksik etki (hücre ölümü) oluşturulurken, hedef hücreleri çevreleyen dokularda hücre hasarını mümkün olan en az seviyede tutmak ve vücudun geri kalan kısımlarını radyasyonun zararlı etkilerinden korumak hedeflenmektedir. Bu amaçla hastaya uygulanan radyoktif maddenin özellikleri veya dozuna bağlı olarak ayaktan ve yatarak tedavi uygulamaları mevcuttur.
Nükleer tıp tarihçesi 1800’lü yılların başında İngiliz kimyager John Dalton’un atom teorisini ortaya atmasına, Alman Wilheim Konrad Roentgen’in 1895’de X ışınlarını bulmasına, 1928’de Amerika’da Ernest Lawrence’ın siklotronu yapmasına kadar uzanmaktadır. Nükleer tıp gelişimindeki en önemli adım 1934 yılında Marie Curie’nin yapay radyoaktiviteyi keşfetmesidir. Ancak birçok tarihçi nükleer tıbbın gerçek başlangıcı olarak radyoaktif iyodun toksik guatr (zehirli guatr) tedavisinde kullanılmaya başlandığı 1940’lı yılları göstermektedir.
Halen nükleer tıp görüntülemelerinde en sık kullanılan radyoaktif madde olan teknesyum yapay olarak 1937 yılında üretilmiş, 1965 yılından sonrada ticari üretim, dağıtım ve kullanımı başlamıştır. Takip eden yıllarda karaciğer-dalak, ve beyin görüntülemesinde kullanılan ajanlar bulunarak nükleer tıp günümüze kadar süren hızlı gelişmesine başlamıştır.
Nükleer tıp alanında ilk uzmanlar 1972 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde yetişmeye başlamıştır.
Nükleer Tıp, Türkiye’de ilk kez 1950’lerin başında İstanbul’da Prof. Dr. Suphi Artunkal’ın kişisel çabaları çerçevesinde gündeme gelmiştir. 1953 yılında Dr. Artunkal ve arkadaşları, Haseki Tedavi Kliniğinde kurdukları Radyoizotop Labaratuvarında hipertiroidi tedavisinde radyoaktif iyot (I-131) kullanmışlardır. Ülkemizde radyoizotopların tıp alanında kullanımının ilk uygulaması olan bu radyonüklid tedaviden alınan olumlu sonuç, Türkiye’de nükleer tıbbın kurulması ve gelişmesinde bir dönüm noktası olmuştur. Takip eden yıllarda Ankara ve İstanbul’da nükleer tıp alanındaki uygulamaların yaygınlaşmasına ve kurumsallaşmasına zemin hazırlayan gelişmeler olmuştur. 1961 yılında Çekmece Nükleer Eğitim ve Araştırma Merkezinin açılması ile ülkemizde radyoizotop üretimine başlanmış ve Türkiye günümüzde de Nükleer Tıp’da yaygın olarak kullanılan teknesyum izotopunu Avrupa’da ilk kez kullanan ülkeler arasında yer almıştır. 1962 yılında Prof. Dr. Fevzi Renda ve meslektaşları tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) katkılarıyla Ankara Üniversitesi kampüsü içinde kurulan Radyobiyoloji Enstitüsü de nükleer tıbbın gelişiminde önemli rol oynamıştır. IAEA’nın desteği ile kuyu-tipi sayaçlar, çift problu eksternal sayım ünitesi, ve doğrusal tarayıcıları içeren ekipmanlar ile donatılan bu enstitü ABD ve Avrupa’dan gerçekleştirilen bilimsel ziyaretler yoluyla Türkiye’de Nükleer Tıp eğitiminde önemli bir rol oynamıştır. Radyoiyod uptake, tiroit sintigrafisi, Rose-Bengal I-131 ve koloidal Au-198 ile yapılan karaciğer sintigrafisi, I-131 IHSA ile beyin perfüzyon sintigrafisi çalışmaları ve Hg-203 Klormerodrin ile yapılan böbrek sintigrafileri, bu enstitüde uygulanan ilk nükleer tıp tanı yöntemleridir. 1965 yılında, daha sonra kurulacak olan Nükleer Tıp Enstitüsü’nün temelini oluşturan İstanbul Üniversitesi Radyoizotop Laboratuarı’na ilk rektilineer tarama cihazı alınmıştır. 1962 yılında wet-lab yöntemleri ve sintigrafiler; 1965 yılında color-dot tarama, dinamik çalışmalar (kan akışı – renogram) ve 1967 yılında analog sintilasyon kamerası ve dinamik sintigrafik çalışmalar başlamıştır.
Akademik Kadromuz
Prof. Dr. MUAMMER URHAN
Doç. Dr. SAVAŞ KARYAĞAR
Çalışma Konularımız
• Onkolojik uygulamalar
• Bazı tümörlerin yerinin gösterilmesi
• Tümörlerin evrelenmesi
• Tümörlerde sıçrama olup olmadığının değerlendirilmesi
• Kanserli kemiklerdeki ağrının tedavisi
• Ortopedik uygulamalar
• Gizli kırıkların gösterilmesi
• Kemik enfeksiyonları
• Böbrek uygulamaları
• İdrar yollarında tıkanıklıkların gösterilmesi
• Böbreklere idrar kaçışı olup olmadığının araştırılması
• Böbrek enfeksiyonlarının araştırılması
• Kalp Uygulamaları
• Koroner arter hastalıklarının tanısı
• By-pass cerrahisi olanların değerlendirilmesi
• Bazı hipertansiyon hastalarında hastalığın nedeninin araştırılması için
• Böbrek transplantasyonlarında hastaların takibi
• Akciğer uygulamaları
• Pulmoner emboli ( akciğerlerde kan pıhtılaşması ) tanısı
• Diğer Uygulamalar
• Guatr hastalıkları
• Çeşitli yemek borusu ve mide hastalıkları
• Safra kesesi hastalıkları
• Barsak kanamaları
• Gizli enfeksiyon şüphesi
• Lenf yollarının incelenmesi
• Göz yaşı yollarının incelenmesi
• Tükrük bezlerinin fonksiyonlarının incelenmesi
• Çeşitli radyofarmasötiklerle değişik tümörlerin görüntülenmesi
• Vücuttaki gizli enfeksiyonların araştırılması